28 Aralık 2020 Pazartesi

The Social Dilemma/ Sosyal İkilem Belgesel Analizi

Üniversite yıllarında izlediğimiz belgeselleri, filmleri analiz eder bloga yazardık. Üniversite günlerimi çoookça özlediğim şu günlerde bir belgesel analiziyle geçmişi yad etmek isterim. Üstelik bir bilişim teknolojileri öğretmeni olarak beni çok etkileyen bu belgeseli yorumlamak boynumun borcudur. :D Bu yayın için ilham olan Fatma Barkuş hocama sevgilerle (kalp emojisiiii) :))

Sosyal medya bağımlılığı, nomofobi, phubbing gibi dijital çağın getirdiği bağımlılıklarımız artarken acaba kaçımız bağımlılığımızın farkındayız? Kaçımız gerçekçi cevaplarla bu bağımlılığını kabul ediyor? Bir orana vurucak olsak bunun çok az olduğunu gözlemlerime ve belgeselden izlediğim kadarıyla tahmin edebiliyorum. Belgeselin başından itibaren kendime bu soruları yönelttiğimi fark ettim.

Belgesel sosyal medyanın bizi ele geçirdiğini, etik kuralları ihlal ettiği, verilerimizin hangi amaçlar için kullanabildiğini sosyal medya sitelerinin kurucularının, çalışanlarının ağzından aktarıyor. Yaptıklarının hiç masum olmadığını, bundan rahatsız olduklarını çokça dile getiriyorlar. Örneğin "beğen" butonun tamamen sevgiyi, pozitif duyguları çoğaltma ve paylaşma amaçlı oluşturulduğunu daha sonrasında ise amacının tamamen dışına çıkıp insanların "beğenilme, kabul görme" gibi duygularına hitap ettiğini, bunun insanları depresyona, benlik algısının bozulmasına yol açtığını kabul ediyorlar. Yapılan fotoğraf hileleri, filtreler insanlarda ilerleyen süreçte "Snapchat Şekil Algısı" bozukluğu adıyla literatüre girmiş bir ruhsal bozukluğa bile sebep olabiliyor. Çoğumuz da bunun farkında değiliz. Hayatımıza masumca giren sosyal medya mükemmelliyet algısı ile bizi yönlendiriyor.

Belgeselde not aldığım cümlelerden biri kısaca "hareketlerimizi, düşüncelerimizi, kim olduğumuzu değiştirmekten" bahsediyor. Hiç bu yönden bakmadığım bir bakış açısıyla aydınlanmama sebep oldu bu cümle. Son zamanlarda bu platformlarda görüp aldığım, almak istediğim şeylerin kaçı ihtiyacımdı? diye bir düşünce aldı beni. :) Paranoya düzeyinde düşünmeyelim tamam ama bir farkına da varalım! İkna teknolojisinin bir parçası mı olduk?

"Size ne kadar zaman harcatabiliriz?" sosyal medyaya para ödemiyoruz. Ama zamanımızı, bize ait olan zamanımızı çaldıklarını açıkça dile getiriyorlar. Zamanımız bu kadar kıymetsizleşti mi de çalmalarına izin veriyoruz? Belgeselde bahsettikleri distopyanın gerçekleşmeye başladığını düşünen kesimdenim ben de. :) Evet! Distopya... Bize verilen zararın farkında bile değiliz, üstelik bundan keyif alıyoruz.

Özeleştiri yapmaya gelirse belgeseli izleyene kadar mesleğim dolayısıyla algoritmaların, Youtube önerilenlerin, reklamların bir şekilde farkındaydım. Ama bunun bana olan etkisini çok umursamıyordum. Telefonda geçirdiğim vakti zaman kaybı olarak görmüyordum ya da etik ihlallerini umursamıyordum. Peki ne yapacağız? Belgesel bunun da cevabını veriyor. Basit olarak yapacaklarımız; önerilenlere tıklama, kendin arat, bilgierin doğruluğundan şüphe duy, hatta Google'a sor ama sor yani körü körüne kanma :) Bir de 3 kural var ebeveynler için. Nedir bunlar sayalım; Akıllı cihazını yatak odana sokma, çocuğunun bilişsel olgunluğa eriştiğini düşünene kadar sosyal medya hesabı açmasına izin verme, günde kaç saat harcıyorsunuz telefonda birlikte istişare yapın. Bu platformda çalışanlar çocuklarının sosyal medya kullanımı konusunda bağnaz olduklarını kabul edip bu kuralları uyguluyorlar. Sizin çocuğunuz, siz daha değersiz değilsiniz. Farkına varın.

Analizimizi bitirirken mutlaka her sosyal medya kullanıcısının bu belgeseli izlemesi gerektiğini söylüyor büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek yazımı sonlandırıyorum. :)

Bu görsel http://www.beyazperde.com/filmler/film-280921/ adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder